Denizaltıcının Şiirleri

Hayranım denizcilerin sevdasına
Pablo Neruda
Hayranım denizcilerin sevdasına,
öperler ve çekip giderler
Söz verirler,
ama dönmezler bir daha.
Her kapıda bir kadın yollarını gözler:
denizciler öperler ve giderler.
Ve ölüm yatırır onları bir gece
denizin döşeğine.
Hayranım öpüşlerde paylaşılan sevdaya,
Döşekte ve ekmekte paylaşılan.
Sevda bu, kimi sonsuza uzar,
Kimi bir yıldız gibi kayar.
Sevda kutsallaşır yakınlaştıkça,
Kutsallaşır uzaklaştıkça.
Erimiyor artık gözlerinde gözlerim
tadlanmıyor yanında acılarım.
Ancak taşıyacağım bakışını her nereye gidersem,
sen de taşıyacaksın acımı her nerede yürürsen.
Senindim, sen de benim.Daha ne olsun?
Bir dünya turu yaptık aşkın geçtiği yerlerden.
Senindim, sen de benim.Öyle de kalacaksın,
aşıladım ya kendimi bahçenden kestiğim filize.
Alıp başımı giderim.Kederliyim:hep sürecek kederim.
Beni sardığından beri,bilmem ki nere giderim.
…Elveda der bir çocuk yüreğinden bana.
Ben de derim elveda.          
Pablo Neruda
 
Denizin İşçileri
Pablo Neruda
Valparaiso'da davet etti beni
denizin işçileri: ufak tefek ve haşindiler,
ve onların kavrulmuş yüzleri
Pasifik Okyanusu'nun coğrafyası gibiydi: kocaman suların
derininde bir girdaptılar onlar, bir dalganın kası,
fırtınada deniz kanatlarından bir sürüydü onlar.
Onları yoksul küçük tanrılar olarak görmek güzeldi
yarı çıplak, yetersiz beslenmiş; güzeldi
görmek onları kavgada ve hızla yürürken
yandaki okyanusun insanlarıyla,
başka sefil limanların erkekleriyle,
ve güzeldi işitmek onları,
aynı dili konuşuyordu hepsi de, İspanyollar ile Çinliler
Baltimore'de ve Kronstadt'da konuşulan dili.
Ve Enternasyonal'i söylediklerinde ezgiledim içimden:
yüreğimden kopan bir ilahiyi,
'Kardeşler' diye seslenmek istedim onlara,
ama şarkıya dönüşen tek bir şefkat vardı bende
onların şarkısıyla ağzımdan denize ulaşan.
Beni kendilerine eşit saydılar, güç dolu bakışlarıyla
kucakladılar beni,
tek bir sözcük söylemeden baktılar bana ve şarkı söylediler.

('América, no invoco tu nombre en vano' / 'Canto General' den)
Türkçeye çeviren: İsmail Aksoy

 
 
Denizin o gürleyen kahkahasında
Pablo Neruda
Denizin o gürleyen kahkahasında
bir tehlike hissetmiyor musun?
Gelinciğin kanayan ipeğinde
bir tehdit görmüyor musun?

Elma ağacının sadece elmanın içinde
ölmek için çiçeklendiğini görmüyor musun?

Unutuşun şişeleriyle birlikte
ağlamıyor musun kahkahayla kuşatıldığında?

Pablo Neruda
Çeviren: İsmail Aksoy
“Sorular Kitabı”ndan

 
Anımsarım Denizi
Pablo Neruda
Ey Şilili, deniz kıyısında bulundun mu yakın zamanlarda?
Git oraya benim adıma, ıslat ellerini ve kaldır yukarı;
yabancı ülkelerden tapacağım o sonsuz sudan
yüzüne düşen bu damlalara.
Biliyorum onu, benim bütün kıyım boyunca yaşayıp durdum,
Kuzey’in hırçın denizini, çorak tarlalardan
köpüğün fırtına ağırlıklı adaları civarında.
Anımsarım denizi, Coquibo’nun çatlamış
ve demir grisi kıyılarını, Tralca’nın mağrur sularını,
Güney’in beni yaratan yalnız dalgalarını.
Anımsarım Puerto Montt’da ya da adalarda, geceleri,
sahile geri dönüşü ve bekleyen o kayığı,
ve ayaklarımız bıraktı ateşi izlere,
fosfor aydınlığı bir tanrısallığın mistik alazlarını.
Her bir adım fosfordan bir akıntıydı.
Yıldızla yazdık biz dünyayı.
Ve kayarak deniz üzerinde titredi kayık
deniz ateşinden bir dal budak, ateşböceğinden,
sayısız gözlerden bir dalga uyanan
her bir seferinde ve tekrar uyuyan kendi uçurumunda.


Pablo Neruda
Çeviren: İsmail Aksoy
(“Evrensel Şarkı”nın “Karanlıktaki Anayurduma Yeni Yıl İlahisi” adlı bölümünden)

 

Şöhretli denizlerde yolculuk ettim
Pablo NerudaŞöhretli denizlerde yolculuk ettim,
bütün adaların düğün çelenkleri üstünde,
ben kağıdın en büyük denizcisiyim
ve gittim, gittim, gittim
ta en kıyıdaki köpüğe dek,
ne ki senin yoğun, denizcil sevdan
bağlandı yüreğimin limanına.
Sen engin okyanusun
dağlarla zengin
en güzel başışın,
ve senin gökmavisi Kentaros-böğründe
aydınlanıyor oyuncakçıların kırmızı
ve mavi ışıklarıyla senin kenar mahallelerin.
Bir şişe-gemisine yaraşırsın
küçük evlerinle ve 'Latorre'
çarşaf üstündeki bir gri ütü gibi,
bu yüzden değildi sana verilmiş
fırtınayla kırbaçlanmış bir kilisenin dalga-fışkırması
kudretli denizin yabanıl fırtınasından, yeşil vuruşundan
buzul fırlatıcı rüzgârların,
titreyen toprağının şehitliğinden,
yeraltına özgü dehşetten,
bütün denizin yanışı meşalenden
verdi sana gölgeli kayanın büyüklüğünü.
İlân-ı aşk ediyorum sana, Valparaiso
ve geliyorum tekrar oturmak için yol-kavşağında,
sen ve ben yeniden özgür olunca,
sen denizden ve rüzgârdan tacında,
bense nemli, türkü toprağımda.
O zaman göreceğiz nasıl da yükselir
özgürlük, denizle kar'ın arasından.
Valparaiso, yalnız Ece,
Issız Güney-Okyanusu üzerindeki
yalnızlıktaki yalnız,
her bir sarı kaya topluluğunu
tanıdım senin yücelerinde,
senin dalgalanan nabzını duyumsadım,
ruhum sanki dilermişcesine gecenin saatinde
sarmaladı limandan ellerin beni,
ve ansırım hüküm sürdüğünü
ülkenin üstünde su sıçratan mavi alevli parıltısında.
Senin gibisi bulunmaz kumun üstünde,
Güney'in orkinosu, suyun Ecesi.
Pablo Neruda
SIĞINMACI ('El fugitivo') / 'Canto General' 'den
Türkçeye çeviren: İsmail Aksoy
 
GEMİDEKİ İNSAN
Pablo Neruda
Geminin dümen suyunun uzağında
çağıldayan tuzla örülmüş
düşlere sızan ölü yağlanmaların arasında,
uyuyor gemici çıplak bir yorgunlukta,
nöbetteki biri taşıyor metal zinciri,
geminin dünyası
yankılanıyor, rüzgâr gıcırdıyor tahtalarda,
aptalca vuruyor sakatatın demiri,
yüzüne bakıyor aynada ateşçi:
bir parça kırık camda tanıyor yeniden
bu kemikli, isle kararmış maskenin arkasında
bir çift gözü: Graciela Gutiérrez’in sevdiği
gözlerdi bunlar, ölmeden önce, sevdiği
bu gözler olmaksızın, görebilmişti ölüm döşeğinde
ve sürmüştü kendisiyle beraber en son yolculuğa,
kömürün ve petrolün arasında o günün işinde.
Onları yolculuklar ve bu armağanlar arasında
birleştiren öpüşlere rağmen şimdi yok kimse,
kimse yok evde. Denizin gecesinde seğirtiyorum
sevdaya bütün uyuyanların döşeğinde, yaşıyorum
en dibinde geminin havaya ipliklerini fırlatan
gecesel bir yosun gibi.

Başkaları yayılarak yatıyor deniz yolculuğu gecesinde,
boşlukta, düşlerin altında deniz olmaksızın,
hayat gibi, parçalanmış tepeler, gecenin
cam kırıkları, düşlerin parçalanmış ağını
uzaklaştıran kayalıklar.
Gecenin toprağı istila ediyor denizi kendi dalgalarıyla ve örtüyor
o zavallı uyuyan yolcunun yüreğini
tek bir hecesiyle toz, tek bir
kaşık dolusu ölümü talep ediyor geriye.

Her okyanussu taş okyanustur, denizanasının
en küçük morötesi kuşağı, gökyüzü
bütün yıldızla lekelenmiş boşluğuyla, aydır
sahibi ölü denizlerin kendi benzerlerinde:
fakat kapatıyor gözlerini insan, kemiriyor biraz
kendi izlerini, tehdit ediyor kendi küçük yüreğini,
hüngürdüyor ve tırmalıyor geceyi tırnaklarıyla,
arayan toprak, solucana dönüşen.

Topraktır suların örtemediği şey, yok edemediği.

Balçığın gururudur ölecek olan testide,
şakıyan damlalarını yayan ve toprağa kararsız
eklenişini sabitleyen bir kırılışta.

Arama denizde bu ölümü, bakma o
kıta toprağına, saklama bir avuç tozu
el sürmeden sunmak için toprağa.

Bu sırrı söyle şakıyan sayısız dudaklara,
devinim ve dünyadan oluşan koroya,
yitip giden suyun sonsuz anneliğinde.

Çeviren: İsmail Aksoy
“Evrensel Şarkı”dan
 
NAZIM'A BİR GÖZ ÇELENGİ
Pablo Neruda
Neden öldün Nâzım? Senin türkülerinden yoksun
ne yapacağız şimdi?
Senin bizi karşılarkenki gülümseyişin gibi bir pınar
bulabilecek miyiz bir daha?
Senin gururundan, sert sevecenliğinden yoksun
ne yapacağız?
Bakışın gibi bir bakışı nereden bulmalı,
ateşle suyun birleştiği
Gerçeğe çağıran, acıyla ve gözüpek bir sevinçle dolu?
Kardeşim benim, nice yeni duygular, düşünceler
kazandırdın bana
Denizden esen acı rüzgâr katsaydı önüne onları
Bulutlar gibi, yaprak gibi uçarlar
Düşerlerdi orada, uzakta.
Yaşarken kendine seçtiğin
Ve ölüm sonrasında seni kucaklayan toprağa.

Sana Şili'nin kış krizantemlerinden bir demet
sunuyorum
Ve soğuk ay ışığını güney denizleri üzerinde parıldayan
Halkların kavgasını ve kavgamı benim
Ve boğuk uğultusunu acılı davulların, kendi yurdundan...
Kardeşim benim, adanmış asker, dünyada nasıl da
yalnızım sensiz.
Senin çiçek açmış bir kiraz ağacına benzeyen
yüzünden yoksun
dostluğumuzdan, bana ekmek olan,
rahmet gibi susuzluğumu gideren ve kanıma güç katan
Zindanlardan kopup geldiğinde karşılaşmıştık seninle
Kuyu gibi kapkara zindanlardan
Canavarlıkların, zorbalıkların, acıların kuyuları
Ellerinde izi vardı eziyetlerin
Hınç oklarını aradım gözlerinde
Oysa sen parıldayan bir yürekle geldin
Yaralar ve ışıklar içinde.

Şimdi ben ne yapayım? Nasıl tanımlanır
Senin her yerden derlediğin çiçekler olmaksızın bu dünya
Nasıl dövüşülür senden örnek almaksızın,
Senin halksal bilgeliğinden ve yüce şair onurundan yoksun?
Teşekkürler, böyle olduğun için!
Teşekkürler o ateş için
Türkülerinle tutuşturduğun, sonsuzca.

(Türkçesi: Ataol Behramoğlu)
 
DENİZ GECESİ
Pablo Neruda
Deniz gecesi, beyaz ve yeşil heykel,
seviyorum seni, uyu benimle.
Gittim, tutuşarak ve ölerek,
bütün yollar boyunca,
benimle büyüdü ağaç, yendi insan
kendi küllerini ve bıraktı kendini
dinlenmeye toprakla çevrili olarak.

İndi gece, görmesin diye
gözlerin onun sefil dinlenmesini:
yakınlık istiyordu, açtı kollarını
korunmuş olarak varlıklarla ve duvarlarla,
ve düştü sessizliğin uykusuna, battı
mezar toprağına kökleriyle beraber.

Fakat ben, ey Okyanus gecesi, geldim senin çıplaklığına.
Aldebarán’ın koruduğu sınırsızlığına senin,
beni oluşturan sevgiyle
senin şarkının ıslak ağzına.

Deniz gecesi, gördüm doğumunu,
sonsuz sedef ışıltısıyla kırbaçlanmış,
gördüm senin yıldız liflerinin örüldüğünü
ve kuşağının elektrik kıvılcımını senin,
ve ahenklerin mavi devinimini
yutulmuş tatlılığını avlarlarken.

Sev beni sevgi olmadan, zalim gelin.

Sev beni uzayınla, nefesinin
akıntısıyla, muhteşem
elmaslarının bütün çoğalmasıyla:
sev beni yüzünün molası olmaksızın,
sun bana yok oluşun temizliğini.

Güzelsin sen, sevgilim, görkemli gece:
koruyorsun fırtınayı korkutulmuş
erciklerinde uyuyan bir arı gibi,
ve düş ve su titriyor kaynak ırmaklarıyla
taciz edilen taslarında göğsünün.

Gecesel aşk, izledim seni her yerde,
senin sonsuzluğunu, titreyen kule
giyinmiş yıldızlarla, ölçüsü
ikircikliğinin, köpüğün
senin kıyılarında yarattığı sevişme yerleri:
zincirlenmişim gırtlağına
ve kumda patlayan dudaklarına.

Kimsin sen? Denizlerin gecesi, söyle bana
senin yalçın saç örtünün bütün
yalnızlıkları kapladığını, kandan ve
çayırlıklardan bu mekanın sonsuzluğunu.
Söyle bana, kimsin sen, gemilerle dolu,
rüzgârın ezdiği kamerlerle dolu,
bütün metallerin hükümranı, derinliğin
gülü, çıplak sevdanın ölçüsüzlüğüyle
kanamış gül.

Dünyanın tuniği, yeşil heykel,
ver bana çan gibi bir dalgayı,
ver bana çılgın turuncu çiçeğin bir dalgasını,
sevinç balosunun çokluğunu, o merkezi
gök kubbeden gemileri, yelken açtığım suları,
o göksel ateşin çeşitliliğini: arzuluyorum
senin sonsuzluğunun tek bir dakikasını ve bütün düşlerden
daha fazlasını, senin boyutunu:
ölçtüğün bütün bu mor, o ciddi
ve düşünceli yıldız sistemi:
karanlığı arayan bütün görkemi
saçının, ve hazırlandığın o gün.

Kavramak istiyorum senin her yerde hazır alnını,
kapatmak istiyorum içimde ulaşmak için
kıyılarına senin, şimdi yitip gitmek için
bütün nefes alan gizlerle birlikte,
senin karanlık çizgilerin saklanmış
bende kan gibi ya da bayraklar gibi,
ve getirmek bu gizli orantıları
her günün denizine, kavgalara,
her bir kapıda olduğu gibi - sevdalanmalar ve tehditler -
uyuyarak yaşar.
Fakat sonra
gireceğim kente senin gibi olabildiğince
çok gözle ve taşıyacağım beni kuşattığın
o giysiyi, ve bırak dokunsunlar bana
kimsenin ölçemediği o kusursuz suya dek:
saflık ve gazap bütün ölüme karşı,
yok edilmez yayılma, bütün uyuyanlar için
ve bütün uyumayanlar için müzik.

Çeviren: İsmail Aksoy
“Evrensel Şarkı”dan
 

KARAKIZIN YOLUNU GÖZLEYENLER

Bir karakızı ilk kez İstanbul Boğazı’nın kırmızı mavi bulutlarla süslenmiş muhteşem günbatımının altında, Karadeniz’in kuvvetli akıntısını yararak ilerlerken görmüştüm. Üsküdar’ın dingin , tanıdık yüzlerle dolu sahilindeydik. Yeni başlayan memuriyet emekliliğinin tadını, Kız Kulesi’nin tam karşısında sahil balıkçılığı yaparak çıkarmaya çalışan babamla beraber, denizaltının nazlı bir kız edasıyla geçişini izlemiştik.

Daha sonraları fakülteye giderken bindiğim Eminönü vapurunun güvertesinde, boğazın serin  rüzgarının altında simit-çay ikilisiyle ısınmaya çalışırken rastladığım denizaltının güvertesinin boyutlarına bakarak, aslında bir buzdağı kandırmacası gördüğümü bilmeden bu haliyle dünyayı tehdit eden bir savaş silahı olmasına şaşırırdım.

Zaman içinde şartlar beni bu karakızın yolunu gözleyenlerin arasına katıverdi.Önceden boğaz geçişinde şöyle bir bakıp geçtiğim denizaltılara, artık onun gelişini özlemle beklemeyen insanların asla hissedemeyecekleri duygularla bağlandım.

Bir denizciyle evlilik, başka mesleklerde çalışan diğer insanlarda asla olmayacak kadar onu paylaşabilmeyi  öğrenmeyi gerektirir. Çünkü, o sizin olduğu kadar donanmanın da parçasıdır, hatta bazen sizden daha fazla onun.

Eşimin gittiği ilk seyirde henüz iki haftalık evliydik ve ben bir denizaltıyı hiç yakından görmemiştim.Gemi düdüğünün korkunç sesinin içimde yarattığı korkuyu hiç unutamam.Geminin iskeleden ayrılışı için yapılan uğurlamada herkesin içi buruktu.Gözlerde buğulu bakışlar vardı.. Göz göze gelmek korkutuyor insanı, gözlerimiz en yalansız yerimiz, bizleri hemen ele veriyor.Ayrılık herkese zor ama o anda bizim için başka zor.Üsküdar sahilinde nazlı bir kıza benzettiğim denizaltı , şimdi dişi bir şahin gibi , personeli yavrularıymışcasına kanatları altına topluyor.O gün de hissettiğim gibi, karada kalan bizleri ayakta tutan şey onlarla gurur duymamızdır.Gururluyuz çünkü onlar vatan için bizlerden ayrılıyorlar.Vatan sevgisi her şeyden yüce. Belki de onları paylaşabileceğimiz tek sevgi bu.

Gemiye çekilen halatın denizde süzülüşünü izliyorum.Endişeye kapılarak, köprüüstünde eşimi arıyorum. Hep son bir bakış yakalamak isterim. Gözlerimiz bir kez daha kenetlensin. O bakışla vedalaşıyoruz. “Karşılamaya kadar hoşça kal canım” diyorum. Gözlerimiz tekrar buluştuğunda içimde şimdi gururuma eşlik eden hüznün yerine mutluluk olacak.Halat babadan fora edilirken, çocuklar “Asker abi, halatı atma, babam gitmesin “ deyiverecek gibi bakıyorlar. Ancak hiçbir şey söylemiyorlar. Üzüntülerini saklamayı küçücükken öğrenir bu çocuklar, herkes güçlü görünmeli. Her çocuğun “Babasının denizaltısı  o”.

Herkesi buraya getiren duygu “sevgi”. Sevgi herkesi kuşatıyor. Biz onları birbirlerine emanet ediyoruz.Yüzyıllardır kadına benzetilen denizin kucağında, kopkoyu karanlıklar arasında , geceyarısı yakamozlarından , acımasız fırtınalardan sonra yaşanan dinginliğe, ruhları birbirine kaynaştıran, yalnızlığın ağırlığına karşı sanki geçmiş ve geleceği o anda toplayarak, , hayatlarını ufukların ötesinde bırakarak görevlerini yapıyorlar.

“Her iki makine ağır yol tornistan!” Vardiya subayının bu emrinden sonra çoğunlukla çocuklarımızı ağlatan gemi düdüğünü duyuyoruz.Onların ağlamasına bahane bu, bazı zamanlarda “çocuk olsam” dediğimiz de oluyor.Eşini yolcu ederken bebek bekleyen arkadaşlarımız, çocuklarını eşleri yanlarında olmadan dünyaya getirmenin korkusunu içlerinde duyuyorlar.Batarya düdüğünün sesi “Sahille ilişkimiz kesildi” diyor bizlere. Birlikte  sancağı selamlıyoruz.Çocuklarını  donanma mensubu yapabilmenin onuruyla dolu anne babalar da “İşte benim oğlum” diyerek  gururla çocuklarını yolculuyorlar   .

 Onlar seyirdeyken, günlerimiz yine onlarla dolu.Birbirimizi arayıp soruyoruz.”Seni aradı mı, bir ihtiyacın var mı?”Anneler çocuklarını avutuyorlar. Bir hafta kaldı, beş gün kaldı.Biraraya geliyor, birbirimizi yalnız bırakmamaya çalışıyoruz.Kimbilir babası hangi seyirdeyken doğan çocuğumuzun “Anne deniz yıldızları da gökyüzündekiler gibi yol gösterir mi babama?”sorusuyla şaşırıp kalıyoruz. Gülüşmeler arasında tatlı bir burukluk var.

Kavuşma günü yaklaştıkça zaman daha  yavaş geçiyor. Saatler günlere dönüşüyor. Bir saat, bir günden uzun geliyor.Her evde bir telaş.Güzelce giyiniyoruz. Çocuklarımızı hazırlıyoruz. Kapıdan çıkarken boy aynasına son bir bakış atıyoruz. İşte bu halimizi görecekler.İskele kenarındaki park yerinde buluşuyoruz.. Özlemimiz gözlerimizden okunuyor. İçimiz kıpır kıpır, yerimizde duramıyoruz.Gözlerimiz liman girişinde ,geminin yaklaştığını gördüğümüzde iyice duygusallaşıyoruz. İşte oradalar. Karakız sevdiklerimizi geri getiriyor. Biraz daha bağlanıyoruz ona , daha da güveniyoruz..

Günler süren yolculuk ve hasret bitiyor.Derin denizlerin boğucu karanlıklarından sonra,sıcak,ışıklı,  bulutların arasından ansızın çıkıveren  güneş gibi insanı gülümseten şey; eve ve aileye kavuşma.Yüzlerinde gördüğümüz tüm yorgunluğa rağmen, denizaltılarını çok sevdiklerini biliyoruz.Geçici sürelerle karakızdan ayrılmış denizaltıcılar, ormansız kalmış aslanlara benziyorlar.Seyre çıkmak bir tutku. Bunu düzenlenen yemekli toplantılarımızda barkovizyon gösterisi yapıldığında daha iyi anlıyoruz.  Eşlerimizin ekrandaki denizaltılara bakışı bir başka. Heyecanla birbirlerine “burada şöyle olmuştu.”, “ne gündü ama..”derken, gözleri hiçbir şeyi görmüyor.Karakızın yeri bambaşka.

Evler hayatların da limanı. Uzun ve yorucu bir seyir sonu, denizaltı limana aborda olup orada yeni bir seyri bekleyecek. Eşlerimiz de çoğu zaman en çok evde olmaları gereken zamanda evde olamadıkları kimbilir hangi zamanı nasıl geçirdiğimizi öğrenmeye çalışacaklar.Evlilik yıldönümleri, çocukların doğumgünleri,, okula başlanan ilk gün, oğlanın diploma töreni, aileden birinin hastalığı, dayıkızının düğünü ve listeye eklenebilecek pek çok günde  onlar evlerimizin başköşesine  resimleri asılmış karakızların içindedirler.

Bizler , denizcilerle evli olmanın zor olduğunu belki bilerek, belki de bilmeyerek onlarla hayatlarımızı birleştirdik.Tüm zorluklarına rağmen onları bembeyaz elbiseleriyle  gemi güvertesinde , gururla sancağı selamlarken görmenin ve bu güzel anın bir parçası olmanın ,  vatan için her zaman görev başında olacaklarını bilerek onlarla hayatımızı paylaşmanın verdiği mutluluğu başka hiçbir yerde bulamayacağımızı biliyoruz.

 Varlığınız bizim mutluluğumuz.  Bahtınız açık, Pruvanız neta olsun!

 Burçin Çankaya

 


Çarkçı = Makinacı = Heavy Metalci

 Hızırreis’i uğurlayarak başlamıştık geçtiğimiz aya. Bu aya ise Aksaz’da icra edilen Komutan ve Başçarkçı sınavları ile yeni yapılan atamalarla.

Bu atamalarla personel için yeni görevler, yeni yüzler, yeni alışkanlıklar başlayacak hiç şüphesiz. Ancak kimi personelin ise bu atamalarla değişen yeni görev yerlerine ve yeni sorumluluklarına karşı alışkanlıklarından vazgeçmemek için bir direnç içine girdikleri haberleri geldi bizlere. Nasıl mı?

Örneğin uzun süredir makinacı olan bir subayımızın denizaltıcılık paterni gereği güverte görevlerinden olan Muhabere Subaylığı görevine geçmekte zorlandığı, hatta adeta direndiği yönündeki haberlerdi bunlardan biri. Hepimizin bildiği gibi makina bölümü personelinin kendine has özellikleri ve hatta raconları vardır. Makinacılar yazı çizi işini sevmezler. Onlar için bir sayfa yazı yazmak yerine iki gün sabahtan akşama kadar dizel dairesinde sıcağın içinde arıza onarımı yapmak veya mani aksam sökmek daha tercih edilir faaliyetlerdir. Onlar için günlük eğitim kıyafetlerindeki ne kadar yıkansa da çıkmayan eskiden kalmış yağ lekelerinin fazlalığı görevlerinin yoğunluğunu ve hatta çalışma tempolarının bir işaretini simgelediğinden makbul sayılır. Onlar kendi aralarındaki dayanışmanın daha iyi olduğu ile övünür, güvertecilerle yaptıkları futbol maçlarında bu dayanışmanın haklı bir sonucu olarak daima galip geleceklerine inanırlar. Çünkü onlar teknik personeldirler, onlar için teknik olan her konu onların uzmanlık alanıdır. O cici cici ütülü üniformalarıyla güverteciler ne anlar ki teknik konulardan, arızadan hatta futboldan. Güvertecilerle olan tatlı bir rekabettir aralarındaki ilişki. Bazen de kızarlar güvertecilere, çünkü güverteciler bozar onlar onarırlar. Yoksa kızdıkları kumanda edenin hep güverteci oluşu mudur? Belki de kızdıkları güvertecilerin hiç haberi olmadan haftalarca uğraştıkları ve faal hale getirdikleri bir dizel onarımından sonra sadece bir motorin kamçısının veya bir kayışın yüzünden ‘‘No 2 dizelde arıza’’ raporu vermeleri sonrasında gelen ‘‘No 2 dizel arızasına bak!!’’ komutudur. Yani şimdi kolay mı öyle No 2 dizel arızasına bakmak. Dizel sıcak, dizel dairesi fırın, ordan MC’nin butonuna bas ve falancanın arızasına bak de. Gel de kendin bak demek isterler belki de ama neticede racon esastır. Makinacılar o fırın gibi olan dizel dairesine girerler, o sıcak dizelde kendilerinin yanacak olmasına aldırmadan arızayı onarırlar ve ellerinde ve yüzlerindeki lekeler ile gelip zor bir kaleyi ele geçirmenin haklı gururunu yaşayan zafer kazanmış neferler edasıyla sonucu rapor ederler. Sonuçta sağlıcakla limana dönüp geminin bağlanması ile ilgilenir insanlar. Ve çok iyi bilinir ki her seyir dönüşünde madalya hak edecek oranda gizli kahramanlıklar yaşanır o küçücük gemilerin daracık köşelerinde. Kimse madalya için yapmaz işini. Çünkü denizaltıcı olmanın haklı gururu yeterlidir onlar için. Oysa Gemi Komutanının yaptığı şövalyevari manevralar da madalyalıktır, yemek vaktine yetiştirmek için kimsenin farkında olmadığı telaşları yaşayarak iki saatlik uykusundan kalkıp aşçıhaneye gelerek pilavı tam zamanında salan aşçı erin uğraşları da. Farkında olsalar da olmasalar da bir başkalarının yaptığı küçük kahramanlıklarla çevrilidir insanların etrafı gemilerde.  Dizel dairesinde yapılan kahramanlıklar ise çok iyi bilinmesine rağmen çok nadir görülür. Görülmesine de ihtiyaç duyulmaz. Çarkçılığın esasında da zaten mütevazılık vardır.

Şimdi bunca racondan sonra kalk ceplerine muhtelif renkte ve boyutta kalemler koy, sürekli ortalıklarda gez, imza kartonunu taşırken bir zamanlar beraber çalıştığı makinacı arkadaşlarından uzak geçerek salonun yolunu bul, koskoca dizelin cıvatasının sıkılması esnasında yanlış diş kaptırılmasına kimse bu kadar tepki göstermezken bir harf hatası yüzünden bir araba laf işit. Oldu mu şimdi. Yakışıyor mu eski bir çarkçıya, görenler ne der?

Olanı biteni elinde 13-14 anahtarla seyreden diğer çarkçılar ise başlarda durumun tadını çıkarmaya çalışırlar, sonra sıranın kendisine geleceği gerçeği ile yüzleşince yavaş yavaş konu hakkında yapılan yorumların sayısı azalır. Daha sonra da bir barış rüzgarı eser aralarında.

Sonraları güverteci olmanın tadı çıkmaya başlar. 3-4 fora demenin zevkine varılır. Aşağıda herkes uyuyorken milyonlarca dolarlık bir gemiye üstelik yirmili yaşların daha başında olunmasına rağmen gerektiğinde kimseye danışmadan kumanda edebilecek bilgi birikimine sahip olmanın verdiği cesaretle tutulur vardiyalar. Daha önceleri yapılan makinacı görevlerin katkısı olan teknik alt yapı da bu işin daha da bilinçli yapılmasını sağlar. Her sürecinde bizzat bulunmuş bir kişinin kendi elleriyle hazırladığı torpidonun atışı esnasında, atış kontrolde yapılan çözümün doğru olduğunun öğrenildiği ve atışı yapılan torpidonun hedefi tam göbeğinden vurduğunun söylenilmesi anında tarifi imkansız tadlar alınır. Bu süreçlerin hepsi risklidir, hepsi heyecanlıdır, onun için de işin içinde hep adrenalin vardır. Bağımlılık da böyle oluşur herhalde. Profesyonel olmak zaman alır ancak çok da haz verir insana.

Sırada yaptığı işten gurur duyduğunu ifade etmeye gelinir ve şu cümle kurulur; ‘‘Bu da bir şey mi? Siz beni bir de torpido atışı yaparken görseniz.’’ J...   

Sağlıcakla...

Uğur Kaya-Periskop.

 


Filomuz, ailemiz...

Aile olmak. Ne güzel bir kavram. Aslında herkesin ailesi var, kimse kimseyle aile olmak zorunda değil aslında. Çünkü aile olmak öyle kolay değil. Çünkü aile olmak sorumluluk gerektirir, sabır gerektirir, dayanışma gerektirir. Biz bir aileyiz demekle olacak bir şey değildir bu. Söylemekle değil, aile gibi davranmakla aile olunur. İyi günde, kötü günde bir arada olmakla olunur. Çocuğu doğan personele yapılan ziyaretten tutun da ameliyat için hastanede yatanın yanında olmaya kadar en ufacık detayda yanyana, bir arada olmaktır aile olmak. Kazadan sonra gecenin saat 2’sinde hastanede yatan ‘Denizaltıcı’ bir Astsubay Çavuş’u bizzat Filo Komutanı’nın ziyaretiyle de görünür bu, Albay veya Kıdemli Başçavuş rütbesine bakmaksızın ambulans peşinde öğrencilerini takip eden öğretmenlerin telaşıyla da, müşkül durumdaki personele destek olmakla da. Bir şey gösterilmek için yapılmaz bu, insanın içinden kendiliğinden gelir. Hiçbir komutan, veya hiçbir personel mecbur olduğu için yapmaz bütün bunları. Aile olmanın doğal görevleri haline gelir bu faaliyetler. Bu da bize bir başka açıdan bir başka konuyu hatırlatır; yani insan odaklı yaklaşımın kuruma kazandırdıklarını.

Bazen insanlar çok kazık sınavlarla karşılaşır. Kendi imkanlarıyla tabanı geçmekte bile zorlanır. Böyle durumlarda insan aile büyüklerinden destek alır, onlara danışır, onların da bu yükün bir ucundan tutması ile yük hep beraber kaldırılır.

Aile olmak, bir yere ait olmak, bir ekibin parçası olmak, arkanda kendi hatan ne olursa olsun, kayıtsız şartsız destekleyecek birilerinin olması... Tıpkı çocuklarımıza yaptığımız gibi.

Fakat bu çocuklar büyük çocuklardır. Çocuklarımız büyüdükçe sorunları da büyür. Sorunlar ne kadar büyük olursa olsun aile büyükleri de bir şekilde, ama her zaman çözer sorunları. Bazen kendilerine bile ne olacağına aldırmadan... Tıpkı sizlerin yaptığı gibi.

Bizler iyi bir aileyiz. Biz büyük bir aileyiz. Biz güçlü bir aileyiz. Üstelik biz köklü ve asil bir aileyiz. Kendi babamızla bile paylaşmadığımız sıkıntılarımızı paylaşırız birbirimizle. Kendi annemizin önünde sinirlerimiz boşalmaz çoğu zaman. Kardeşimiz bile sırlarımızı o kadar iyi bilmez örneğin. Bazen aileden de öte dayanışmalar olabilir demek ki. Tıpkı gemilerde olduğu gibi. Tıpkı Filomuzda olduğu gibi.

İyi ki denizaltıcıymışım. İyi ki denizaltıcıymışız.

Ugur Kaya-Periskop


Bizi seven Kadınlar
Yazan: Bob “Dex” Armstrong
Çeviri:Em.Dz.Bnb.Hakan Doğan SAVCI
 Denizaltılar hakkında bir çok şey yazılmıştır. Adamlar, Gemiler, Okullar, Ekipman, Cihazlar, Rıhtımlar, Mevkiler, Barlar, Fahişeler ve Allah bilir daha bir çok şey. Fakat bizi seven o kadınlara bir küçük teşekkür dahi söylemeyiz.Bana inanın berbat dizel bot denizcisini sevmek ancak dirençli denizci kadınların işidir. Onlar zaten öyleydiler ve daima Tanrının en sevdiği ve muhteşem kulları arasında olacaklar. Bir gözcü olarak 22 nolu rıhtıma gelişlerde daima yukarıda olurdum.Böyle zamanlarda gökyüzünden boşanan Kar, Yağmur, Dolu, Orkan altında onlarda orada olurlardı ve neyi beklerlerdi? Traşsız,  kokmuş, pejmurde, arkalarında çamaşır torbalarını sürükleyen dangalakların içi berbat kokulu, açıkdeniz, dalabilir, hayvanat bahçesini. Aslında onlar yuvasında bekleyen diğer bir demir canavarın sarnıçları üzerine veya rıhtıma yeni toslayan canavardan fırlayan kokuşmuş aptallara kollarını sarmak için sabırsızlanırlardı.

Sizi şanslı piçler yerinize oturun ve gözlerinizi kapayın.Geçmişi düşünün. Onun üst kata çıkıp yarınki seyirde giyeceğiniz kıyafetleri ütülemeden önce yemeğinizi hazırladığı zaman saat gecenin yarısı değilmiydi? Hatırladınız mı? İkinizin maaş,denizaltıcılık tazminatı,seyir tazminatı, denizaşırı görev tazminatı ile yaşadığınız günlere dönün. O günlerde sizi omzunda iki yaşındaki Patrik, üzerinde J.C. Penny ucuzluk yazlık elbisesi, yüzünde parlak gülüşle uğurladı. Sonra siz hayati hava için şnorkel yaparken O veli toplantılarına, okul müsamerelerine, eş toplantılarına, küçükler ligi spor karşılaşmalarına, izci ödül törenlerine, dişçi randevularına sizin yardımınız olmadan katıldı. Sizin yanında olmanızın gerçekten çok iyi olacağı anlarda, hastahane acil servislerinde, okul müdürü odalarında yalnız oturdu.

Onlar birer azizeydiler.Gerçek ödül paketlerini almamış azizeler. Kastettiğim şey, geriye doğru düşünün. Zamanının çoğunu okyanusun görülmez deliklerini eşelemekle geçiren biri ile evlenmek büyük cesaret işi değilmidir? Aybaşına kadar fıstık ezmesi ve reçelli sandviçler ile yaşamak. El örgüsü yılbaşı hediyeleri. Tamir masrafları aile bütçesi ile karşılanamayacağı için, bozuk televizyonu ordu hurdalığına bırakılması. Çocukların birbirlerinin küçülenlerini giymesi. Ev eşyalarının güzellik salonuna son yolculuğu. Herneyse, ne kadar şanslı bir piç olduğunuzun farkındamısınız?  Bir kadın için bu tip zorluklarla karşılaşmanın ne kadar nadir bir durum olduğu konusunda bir fikriniz varmı?

Evet bizler çok özel bayanlar tarafından sevildik. Enseniz civarında dolaşan parmakların “ Evine hoşgeldin denizci “ der gibi halleri. Bunu siz böyle görünür ve kokarken sizi sevmeyen birine para ile bile yaptıramazdınız.

Gemide nöbetçi olduğunuz gecelerde “ Bayan ziyaretçi gemide” anonsu ile beraber nöbetçi subayının alt güverteye yolladığı uyanığın”Murphy’nin karısı kıç bataryada filim seyrediyor,konuştuğunuza dikkat edin ve kıç bataryadan geçerken televizyondaki aktrisin kıçına şaplak atmayın” diye fısıldayışını hatırlayın.

Teklifkar genç fıstıklar alt güverteye indiğinde koridordaki dolabınıza uzanıp ‘yakala beni parçala beni’ parfümünüzden biraz süründüğünüzü hatırlıyormusunuz? Bir fırt parfümden sonra dolaba  koşup en temiz beyazları giyiyor ve akılları baştan alıyordunuz.Oysa onlar sizi evde karşılarken o ana kadar yaşamış oldukları ölümcül durumları sanki yaşamamış gibi baby doll kıyafetleri içinde oh yavrum dedirterek sizi karşılamalıydılar.

İş pişirilecek mevkileri seçme zamanı geldiğinde denizaltıcıların hassas oldukları pek söylenemez. Rıhtımdaki park yeri, Kroger’s gıda marketinin park yeri, Pal’s House Tatil’e giden yol, Ön koltuk veya arka koltuk hiç farketmezdi. Seyirden dönen denizci çocukları arka bahçede oyalayacak iki dolarlık bozukluğu çoğunlukla yanında bulundurur. Diğer bir iyi hareket 13 lerindeki kız kardeşi ‘ Rüzgar gibi geçti ‘ filmine yollamak, 10 dakikalık ateşli birliktelikten sonra tatlı eşi ile birlikte uyuya kalmaktır. Ve küçük Trixie o aptal filmi bir defa daha seyreder, çünkü sinemayı işleten arkadaşlar ailenin küçük kızın yağmur altında beklerken ıslanmasını istemeyeceklerini bilirler.

Bir keresinde televizyonda gördüğüm nükleer denizaltı personeli ile ilgili bir programda denizcilerin eşleri parfüm kokulu iş elbiselerini kapaklı çantaların içine eşleri kendilerini hatırlasın diye koydukları yastıklarının altına yerleştiriyorlardı. Bunun bir tüten botta neye yol açabileceği ile ilgili bir fikriniz varmı?  Şiirsel fantastik hayaller ancak alimiyum kano ile büyük balık yakalamayı ummak gibi gerçekleşmesi imkansızlar arasında kendine yer bulabilir.

Onlar bizimdi ve daima bizim olacaklar. Her körolası denizaltı üssü dizel bot denizaltıcı eşleri için yapılmış bir övgü anıtına sahip olmalıdır. Orada Robert Hall ucuzluk bölümünden alınma giysiler içinde güzel kadın, asit delikleri ile bezenmiş yıpranmış işbaşılar içindeki yağlı beyaz saçlının elini tutmaktadır.

Bayanlar bu sizin için. Tanrı sizi ve sizin temsil ettiklerinizi korusun. Siz ve sadece siz bu ulusun soğuk savaşı kazanması için yapılabilecek katkının tamamını yaptınız. Köprüüstünde dikilip halatlar verilirken sahildeki kadının sadık yüzünde beliren vatansever gerçek aşk gülüşünü gören her denizci bunu anlamıştır. Halen evli olmayanlarımız gerçek evliliğin nasıl bir şey olduğunun dersini bu inanılmaz şahane hanımlardan öğrendik.

Evet bayanlar burası sizin için. Denizaltıcılığın hiçbir parçası sizin dostunuz olmak ve ev yemeği için davet edilmekten daha önemli değildi. Hayatınız hiçte kolay değildi, bu bütün  zorluklarla uğraşmak zorunda kalmış pırıltılı bakışlı bir eşten daha fazla bir şeydi.

Fakat sizin yaşadığınız kişisel zorluklar ve adanmışlıkların ödülü, sadık ve güvenilir kadınların biriktirdiği anıların ve üst güvertede dikilip 8.95 dolarlık giysinizi “ bunu ancak bir melek giyebilir “ diye öven adamın en derin saygılarının toplamında  bulunacaktır.


- SUBMARINER -

ONLY A SUBMARINER REALIZES TO WHAT GREAT EXTENT AN ENTIRE SHIP DEPENDS ON HIM AS AN INDIVIDUAL. TO A LANDMAN THIS IS NOT UNDERSTANDABLE, AND SOMETIMES IT IS EVEN DIFFICULT FOR US TO COMPREHEND, BUT IT IS SO! 
A SUBMARINE AT SEA IS A DIFFERENT WORLD IN HERSELF, AND IN CONSIDERATION OF THE PROTRACTED AND DISTANT OPERATIONS OF SUBMARINES, THE NAVY MUST PLACE RESPONSIBILITY AND TRUST IN THE HANDS OF THOSE WHO TAKE SUCH TRIPS TO SEA.
IN EACH SUBMARINE THERE ARE MEN WHO, IN THE HOUR OF EMERGENCY OR PERIL AT SEA, CAN TURN TO EACH OTHER. THE MEN ARE ULTIMATELY RESPONSIBLE TO THEMSELVES AND EACH OTHER FOR ALL ASPECTS OF OPERATION OF THEIR SUBMARINE. THEY ARE THE CREW. THEY ARE THE SHIP.
THIS IS PERHAPS THE MOST DIFFICULT AND DEMANDING ASSIGNMENT IN THE NAVY. THERE IS NOT AN INSTANT DURING HIS TOUR AS A SUBMARINER THAT HE CAN ESCAPE THE GRASP OF RESPONSBILITY. HIS PRIVILEGES IN VIEW OF HIS OBLIGATIONS ARE ALMOST LUDICROUSLY SMALL, NEVERTHELESS, IT IS THE SPUR WHICH HAS GIVEN THE NAVY ITS GREATEST MARINERS - THE MEN OF THE SUBMARINE SERVICE.
IT IS A DUTY WHICH MOST RICHLY DESERVES THE PROUD AND TIME-HONORED TITLE OF.... SUBMARINER. 


- DENİZDE KOMUTA -

BİR GEMİNİN BÜTÜNÜNDEN YANSIYAN,KOMUTAN’IN ŞAHSİYETİ VE KİŞİSEL YETEĞİNİN NE DENLİ ÖNEMLİ OLDUĞUNU YALNIZCA BİR DENİZCİ TAHAYYÜL EDEBİLİR.BU KARADAKİ BİR İNSAN İÇİN ANLAŞILMAZ, HATTA BAZEN BİZLER İÇİN DAHİ ANLAŞILMASI GÜÇ BİR OLGUDUR AMA GERÇEKTİR.
  
DENİZDEKİ BİR GEMİ KENDİ İÇİNDE FARKLI BİR DÜNYADIR VE UZAKDENİZLERDE, UZUN SÜRELERLE İCRA EDİLECEK GÖREVLERDE,BİR DONANMA’DA BULUNMASI GEREKEN BÜYÜK GÜÇ, SORUMLULUK VE GÜVEN DUYGUSU,KOMUTA ETMEK İÇİN SEÇİLMİŞ BU LİDERLER TARAFINDAN OLUŞTURULUR.
  
BİR GEMİDE, DENİZDE MEYDANA GELEN BİR ACİL DURUM VEYA TEHLİKE ANINDA DÖNÜP BAKABİLECEĞİ BAŞKA BİR KİMSE OLMAYAN TEK BİR ŞAHIS MEVCUTTUR. O, GEMİSİNİN EMNİYETLE SEYRETMESİ,YÜKSEK BİR TEKNİK PERFORMANS GÖSTERMESİ, İYİ BİR ATEŞ GÜCÜNE VE YÜKSEK MORALE SAHİP OLMASI YÖNÜNDE SONSUZ BİR SORUMLULUK TAŞIYAN TEK İNSANDIR. O KOMUTANDIR. O GEMİDİR.
  
GEMİ KOMUTANLIĞI,DONANMADAKİ EN ZOR, ANCAK EN ÇOK ARZU EDİLEN BİR GÖREVDİR.GEMİ KOMUTANININ, GÖREVİ SÜRESİNCE KOMUTA SORUMLULUKLARINDAN KURTULABİLECEĞİ BİR AN BİLE MEVCUT DEĞİLDİR.KENDİSİNE TANINMIŞ OLAN İMTİYAZLAR,YÜKÜMLÜLÜKLERİ AÇISINDAN BAKILDIĞINDA NEREDEYSE GÜLÜNÇ DENECEK KADAR AZDIR.ANCAK BU KÜÇÜK İMTİYAZLAR DAHİ DONANMANIN BU BÜYÜK LİDERLERİNE RUH VE MOTİVASYON KAZANDIRMAK İÇİN YETERLİ OLUR.
  
KAPTAN...BU KELİME, ÜNVANLAR İÇİNDE EN YÜKSEK ONURU HAKEDEN GÖREVİN İSMİDİR.


ZAMAN
Pink Floyd
Ruhsuz günlerini oluşturan anları sayarak
Doğadaki yerde bir parça toprağın üzerinde dolaşıp durmak
Sana yol gösterecek birini birşeyi bekleyerek
Zamanı parçalarsın elden düşme harcarsın
Güneşte mayışmaktan
Yağmuru seyretmekten için evde oturmaktan yorgunsun
Gençsin ve yaşam uzun bugün harcaacak zamanın var
Ve bir gün bakmışsın ki on yılı bırakmışsın ardında
Söylemez kimse sana koşacağın hedefi
Kaçırmışsın başlama işaretini
Ve koşarsın güneşi yakalamak için ama güneş batmakta
Ve dolanmakta tekrar sana görünmek için
Güneş aynı güneş aslında ama sen yaşlısın artık
Soluk kısalığında bir gün daha yakınsın ölüme
Her yıl kısalmakta gittikçe vakit bulamayacağız galiba
Tasarılar ya sıfırda ya da yarım sayfa karalama
Umutsuzluğa sarılmak İngiliz¹lere özgüdür
Zaman geçti bitti şarkılar
Söylecek sözlerim bitmedi ama....
TÜRK DENİZALTICILIK MARŞI
Ahmet Toplucak
Adımızı aldık biz Murat Oruç Burak’tan
Damarlarımızadaki kan Barbaros’tan Turgut’tan
Denizlerin altıdır bizim gerçek dünyamız
Vatanın savunulması umut dolu rüyamız
Engin mavi sularda dalarız hiç durmadan
Parolamız: Hazırız heryerde ve herzaman
Tablo Yeşil imla et geliyoruz ey düşman
Sessizlik ve derinde kimseye verme aman
Subayım astsubayım vermiş elele
Karanlıklar içinde dünya kurmuş kendine
Son kerteriz mesafe Torpidolar tetikte
Amacım gazilik gönlümüz şehitlikte
Denizlere adadık vereceğiz bu canı
Vatanımız sağolsun: Denizaltıcı Andı
 

 

BEN DENİZE HASRET
Orhan Veli Kanık
Gemiler geçer rüyalarımda,
Allı pullu gemiler, damların üzerinden;
Ben zavallı,
Ben yıllardır denize hasret,
Bakar bakar ağlarım.

Hatırlarım ilk görüşümü dünyayı,
Bir midye kabuğunun aralığından;
Suların yeşili, göklerin mavisi,
Lapinların en harelisi…
Hala tuzlu akar kanım
İstiridyelerin kestiği yerden.

Neydi o deli gibi gidişimiz,
Bembeyaz köpüklerle, açıklara !
Köpükler ki fena kalpli değil,
Köpükler ki dudaklara benzer,
Köpükler ki insanlara
Zinaları ayıp değil.

Gemiler geçer rüyalarımda,
Allı pullu gemiler, damların üzerinden;
Ben zavallı,
Ben yıllardır denize hasret.

KADINLARIMIZIN YÜZLERİ
Nazım Hikmet
Meryem ana Tanrıyı doğurmadı 
Meryem ana Tanrının anası değil 
Meryem ana analardan bir ana 
Meryem ana bir oğlan doğurdu 
Âdemoğullarından bir oğlan 
Meryem ana bundan ötürü güzel bütün suretlerinde 
Meryem ananın oğlu bundan ötürü kendi oğlumuz gibi 
yakın bize 

Kadınlarımızın yüzü acılarımızın kitabıdır 
acılarımız, ayıplarımız ve döktüğümüz kan 
karasabanlar gibi çizer kadınların yüzünü. 

Ve sevinçlerimiz vurur gözlerine kadınların 
göllerde ışıyan seher vakıtları gibi. 

Hayallerimiz yüzlerindedir sevdiğimiz kadınların, 
görelim görmeyelim karşımızda dururlar 
gerçeğimize en yakın ve en uzak. 

 

HASRET
Nazım Hikmet

"DENİZE DÖNMEK İSTİYORUM!
MAVİ AYNASINDA SULARIN
BOYVERİP GÖRÜNMEK İSTİYORUM!
DENİZE DÖNMEK İSTİYORUM!
GEMİLER GİDER AYDIN UFUKLARA GEMİLER GİDER!
GERGİN BEYAZ YELKENLERİ DOLDURMAZ KEDER.
ELBET ÖMRÜM GEMİLERDE BİR GÜN OLSUN NÖBETE YETER.
VE MADEM Kİ BİR GÜN ÖLÜM MUKADDER;
BEN SULARDA BATAN BİR IŞIK GİBİ
SULARDA SÖNMEK İSTİYORUM!
"DENİZE DÖNMEK İSTİYORUM!"
“DENİZE DÖNMEK İSTİYORUM!"
 
BULUT MU OLSAM
Nazım Hikmet
Denizin üstünde ala bulut
yüzünde gümüş gemi
içinde sarı balık
dibinde mavi yosun
kıyıda bir çıplak adam
durmuş düşünür.

Bulut mu olsam,
gemi mi yoksa?
Balık mı olsam,
yosun mu yoksa?..
Ne o, ne o, ne o.
Deniz olunmalı, oğlum,
bulutuyla, gemisiyle, balığıyla, yosunuyla.
BİR GEMİCİ TÜRKÜSÜ
Nazım Hikmet
Rüzgâr,yıldızlar ve su. 
Bir Afrika rüyasının uykusu düşmüş dalgalara. 
Işıltılı, kara bir yelken gibi ince direğinde geminin. 
Geçmekteyiz içinden bir sayısız 
bir uçsuz bucaksız yıldızlar âleminin. 

Yıldızlar, rüzgâr ve su. 
Başüstünde bir gemici korosu 
su gibi, rüzgâr gibi, yıldızlar gibi bir türkü söylüyor, 
yıldızlar gibi,rüzgâr gibi,su gibi bir türkü. 
Bu türkü diyor ki, «Korkumuz yok! 
İnmedi bir gün bile gözlerimize 
bir kış akşamı gibi karanlığı korkunun.» 
Bu türkü diyor ki, 
«Bir gülüşün ateşiyle yakmasını biliriz 
ölümün önünde sigaramızı.» 
Bu türkü diyor ki, 
«Çizmişiz rotamızı dostların alkışlarıyla değil 
gıcırtısıyla düşmanın dişlerinin.» 
Bu türkü diyor ki, «Dövüşmek..» 
Bu türkü diyor ki, «Işıklı büyük 
ışıklı geniş ve sınırsız bir limana 
dümen suyumuzda sürüklemek denizi..» 
Bu türkü diyor ki, «Yıldızlar,rüzgâr ve su...» 

Başüstünde bir gemici korosu bir türkü söylüyor; 
yıldızlar gibi,rüzgâr gibi,su gibi bir türkü..
 
İSİMSİZ ŞİİRLER
Nazım Hikmet
İşte geldik gidiyoruz
Hoşça kal kardeşim deniz
Biraz çakılından aldık
Birazda masmavi tuzundan
Sonsuzluğundanda biraz
Işığındanda birazcık
Birazcıkda kederinden
Birşeyler anlattın bize
Denizliğin kaderinden
Biraz daha mutluyuz
Biraz daha adam olduk
İşte geldik gidiyoruz
"Hoşça kal kardeşim deniz!"
27 Eylül, Pitsunda, 1958

 

 

ANA SAYFA | BEN KİMİM | DENİZALTICININ ŞİİRLERİ | DENİZALTI HAKKINDA | TÜRK DENİZALTICILIK TARİHİ

TÜRK DENİZALTILARIN HİZMET DÖNEMLERİ | HİZMETTEKİ SINIFLAR ve GEMİLER | Guppy sınıfı gemiler | Guppy_amblemleri | S-336 TCG Murat Reis | Tang Sınıfı Gemiler | S-342 TCG Hızırreis

 S-343 TCG Pirireis | Ay Sınıfı Gemiler | S-347 TCG Atılay | S-348 TCG Saldıray | S-349 TCG Batıray | S-350 TCG Yıldıray | S-351 TCG Doğanay | S-352 TCG Dolunay

Preveze Sınıfı Gemiler | S-353 TCG Preveze | S-354 TCG Sakarya | S-355 TCG 18 Mart | S-356 TCG Anafartalar | S-357 TCG Gür|S-358 TCG Çanakkale|S-359 TCG Burakreis|S-359 TCG I.İnönü|Oyunlar|Gelecekte Type 209

|Denizalti inşası|Torpido Atışı | Tarihi Resimler | Filmler  | Sesler | Evde Denizaltıcılık | Links